Türkiye'nin Asya Stratejisinde Kritik Eşik: Tianjin Zirvesi ve Uygur Dosyası
Türkiye'nin Asya Stratejisinde Kritik Eşik: Tianjin Zirvesi ve Uygur Dosyası
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tianjin’deki ŞİÖ Zirvesi’ne şeref konuğu olarak katılması Türkiye–Çin ilişkilerinde yeni bir sayfa açarken, enerji hatlarından Uygur meselesine uzanan geniş bir yelpazede kritik tartışmaları da beraberinde getirdi. Sarıyer Söz Gazetesi olarak mikrofon uzattığımız Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı İsmail Cengiz, Türkiye’nin Asya açılımını, ekonomik bağımlılık risklerini ve Uygur Türklerinin durumunu çarpıcı değerlendirmelerle yorumladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ağustos 2025’te Çin’in Tianjin kentinde düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi’ne “şeref konuğu” olarak katılması, Ankara–Pekin hattında yeni bir dönem başlattı. Erdoğan’ın 2019’dan bu yana ilk resmi Çin ziyareti olması ve Xi Jinping’le yüz yüze görüşmesi, Türkiye’nin Asya merkezli diplomasiye verdiği önemi gösteriyor. Zirvede Türkiye’nin “Orta Koridor” projesiyle Çin’in “Kuşak-Yol” girişimi arasındaki entegrasyon vurgusu ve enerji, ulaştırma, teknoloji gibi stratejik alanlarda işbirliği çağrısı dikkat çekti.
BATI İLE DOĞU ARASINDA DENGE ARAYIŞI
Türkiye, NATO üyesi olmasına rağmen 2012’den bu yana ŞİÖ’de diyalog ortağı statüsünde. Bu durum Ankara’yı, Batı ittifakı içinde ŞİÖ ile en fazla temas eden ülke haline getiriyor. Erdoğan’ın Tianjin temaslarında Türk dünyası ve Orta Asya ülkeleriyle ekonomik ve güvenlik ilişkilerini derinleştirme vurgusu, Türkiye’nin “Batı–Doğu dengesi” stratejisinin bir uzantısı olarak görülüyor. Çin’in Azerbaycan’ın tam üyeliğine destek açıklaması ve Orta Asya’da altyapı projelerinin genişletileceğine dair sinyaller, bölgedeki yeni siyasi denge açısından önemli işaretler içermekte.
ÇİN’İN BÖLGEDEKİ “SÖZ SAHİBİ” STATÜSÜ GÜÇLENECEK
Zirvede Pekin, “ ŞİÖ Kalkınma Bankası” kurma planı ve milyarlarca dolarlık kredi-hibe paketlerini açıkladı. Bu adım Türkiye ve örgütün üye ülkeleri için yeni fırsatlar yaratsada, Çin’in artan ekonomik etkisi, bu ülkeleri finansal ve siyasi açıdan bağımlı hale getirme riski taşıyor
Öte yandan, Türkiye’nin Çin’le yakınlaşması, Uygur Türkleri açısından hem fırsat hem de kaygı üretiyor. Ankara geçmişte Pekin’in Doğu Türkistan’daki uygulamalarını sert biçimde eleştirirken, son yıllarda daha temkinli ve düşük profilli bir politika izliyor. Resmi verilere göre bugüne dek Çin’e doğrudan Uygur iadesi yapılmamış olsa da, imzalanan iade anlaşmasının Meclis onayına sunulması diasporada tedirginlik ile karşılanıyor. Çin ile ilerleyen ilişkiler sonucunda Türkiye’nin Uygurlar konusundaki tutumunun değişip değişmeyeceği ise soru işareti yaratıyor.
Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi’nin ardından Türkiye– Çin ilişkilerindeki yeni denklemi daha yakından anlamak için Sarıyer Söz Gazetesi olarak mikrofonu Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı İsmail Cengiz’e uzattık. Cengiz, gazetemizden Meryem Kartal’a yaptığı açıklamalarda hem Türkiye’nin Asya açılımını hem de Uygur meselesinin bu süreçteki önemini değerlendirerek dikkat çekici tespitlerde bulundu:
Türkiye Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi’ne “şeref konuğu” olarak katıldı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan örgüte üyelik konusunu gündeme getirdi. Bu adımın Türkiye açısından öngörülen avantajları ve riskleri nelerdir?
"Uluslararası örgütlerde yer almak, Türkiye’ye hem Avrasya coğrafyasındaki gelişmeleri yakından takip etme hem de bu süreçlere dahil olma imkanı sağlar. Türkiye, coğrafi konumu gereği Batı ile Doğu’nun kesişim noktasındadır ve her iki tarafın güvenlik, ticaret ve siyaset alanındaki dinamiklerini dikkate almak zorundadır. Bu nedenle ŞİÖ ile kurulan bağlar, güvenlikten ticarete kadar geniş bir yelpazede Ankara’ya stratejik avantaj sunar.
Özellikle Çin’in kurucu rol üstlendiği ŞİÖ’nün gündeminde İpek Yolu, Orta Koridor ve enerji hatları bulunuyor. Bu projeler Türkiye’yi doğrudan etkileyen ulaşım ve ticaret ağlarıdır. Dolayısıyla örgütle ilişkiler, Türkiye’nin bölgesel enerji, ithalat–ihracat ve lojistik hatlarındaki etkinliğini artırabilir.
Bölgesel siyasete bakıldığında, Suriye’den Katar’a uzanan kriz alanlarında ABD ve İsrail’in izlediği politikalar Türkiye’yi zor durumda bırakıyor. Bu bağlamda Ankara, Rusya, Çin, Pakistan ve Hindistan gibi Asya ülkeleriyle işbirliği yaparak hem alternatif geliştirmek hem de Batı’ya “tek seçeneğim yok” mesajı vermek istiyor. Bu yönüyle açılım doğru bir hamle olarak değerlendirilebilir.
Çin’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı üye olmamasına rağmen şeref konuğu sıfatıyla ağırlaması Türkiye’ye verilen önemi gösterir. Ancak üyelik, beraberinde örgütün terör tanımını da kabul etmek anlamına gelir. ŞİÖ’nün “terörle mücadele” başlığı, Çin’in Doğu Türkistan’daki bağımsızlık talebini “terörizm” olarak nitelendirmesini içeriyor. Oysa Uygurların mücadelesi bir terör eylemi değil, kendi ülkelerinde özgür ve insanca yaşama hakkıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu ikilemi dikkatli yönetmesi gerekiyor. Üyelik olsun ya da olmasın, Ankara’nın örgütle iyi ilişkiler sürdürmesi hem güvenlik kalkanı oluşturmak hem de Doğu Türkistan’daki Uygurların kimliğini korumak açısından önemli."
Çin’in bölge ülkelerine yatırımları ve ŞİÖ Kalkınma Bankası girişimi “borçlandırma diplomasisi” olarak Türkiye üzerinde baskı yaratabilir mi? Bu durum Türkiye’nin Uygur politikasını etkileyebilir mi?
" ŞİÖ Kalkınma Bankası ve Çin’in bölgeye açtığı kredi–hibe paketleri, Kazakistan’dan Tacikistan’a kadar pek çok ülkeyi ekonomik olarak Pekin’e bağlar. Bu tür finansal ilişkiler doğal olarak siyasi bağımlılığı da artırır. “Parayı veren düdüğü çalar” misali, borç alan ülkeler Çin’in siyasi önceliklerine daha yatkın hale gelir.
Türkiye’de de binin üzerinde Çin şirketi faaliyet gösteriyor; bankacılıktan otomotive, telekomdan hızlı tren ve metro hatlarına kadar pek çok alanda yatırım mevcut. Bu yatırımlar, Ankara’ya ekonomik rahatlama sağlarken Pekin’e de diplomatik manevra alanı kazandırıyor. Türkiye’nin Çin’in toprak bütünlüğüne saygı beyanları, bu bağlamda diplomatik standart bir söylem olarak görülebilir.
Ancak bu yatırımların baskı aracına dönüşmesini engellemek Türkiye’nin elinde. Çünkü Ankara hala uluslararası insan hakları sözleşmelerinin tarafıdır ve iade gibi konularda hukuki güvenceler geçerlidir. Çin’in talep ettiği bazı iadeler, insani riskler nedeniyle reddedilmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin Uygur konusundaki temel hassasiyetlerini tamamen kaybetmesi beklenmemeli."
Türkiye’nin Çin’le ilişkileri geliştikçe Türkiye’deki Uygurlar tehlikeye girebilir mi?
"Diasporadaki Uygurların durumu ayrı bir mesele. Türkiye’de yaklaşık 50 bin Uygur var ve Çin bir kısmı hakkında endişe duyuyor. Türkiye bugüne dek doğrudan iade yapmamış, hukuki güvenceleri işletmiştir. Dolayısıyla ilişkilerin gelişmesi Uygurlar için doğrudan bir tehdit anlamına gelmez.
Son Tianjin görüşmelerinde Uygur meselesinin resmi gündemde olmaması, Çin’in yumuşak karnı olan bu konuda şeref konuğu bir liderle kamuoyu önünde tartışma isteksizliğiyle açıklanabilir. Ancak benim aldığım duyuma göre arka planda Doğu Türkistan’da Türk Ticaret Merkezi kurulması ve Uygurların da bu süreçte aktif rol alması yönünde görüşmeler yapılmıştır.
Çin'in bölgede ekonomik ağırlığı karşısında Türk birliği sağlanabilir mi? Türkiye'nin öncülük ettiği Türk Devletleri Teşkilatı'nın bölgesel işbirliğini güçlendirme hedefi varken, Çin'in öncülük ettiği Şangay İşbirliği Teşkilatı'nın güçlenmesi, TDT’nin bağımsız hareket etme kabiliyetini sınırlayabilir mi?
“Türk Devletleri Teşkilatı’nın sembolik önemi var ancak henüz yaptırım gücü yok. Kazakistan’daki protestolar veya Karakalpakistan’daki olaylar gibi örneklerde TDT müdahalede bulunamadı. Askeri ve ekonomik kapasite yetersiz olduğu için Çin veya ŞİÖ’ye karşı bir denge unsuru olması şimdilik mümkün görünmüyor.
Türk dünyasındaki ülkeler halen Rusya’ya, giderek de Çin’e bağımlılıklarını sürdürüyor. Türkiye’nin bu tabloyu değiştirebilmesi için çok daha güçlü ve kaynak sağlayan bir aktör olması gerekiyor. Bununla birlikte Ankara, soydaşlarının haklarını savunma ve bölgedeki milliyetçi hareketlerle yapıcı ilişkiler kurma politikasını sürdürmeli.
“ANKARA BÜYÜK DEVLET OLMAK İSTİYORSA NEREDE BİR MAZLUM VARSA YANINDA DURMAK DURUMUNDA”
Türkiye'nin o bölgede onlara siyasi, askeri açıdan yardım edecek potansiyeli yok. Şimdi siz güçlü değilseniz, masaya yumruğunuzu vuracak gücünüz yoksa bir şey yapamazsınız. Dolayısıyla o kardeş ülkelerde aynı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği sisteminde olduğu gibi daha çok Rusya'ya bağımlı bir hayat sürdüklerini söyleyebiliriz. Zaten gittiğinizde de bunu hissedersiniz, görürsünüz. Aslında coğrafya olarak bizim yatağımız aynı coğrafyadayız ama yorganımız farklı. Her ülkenin çıkarları farklıdır.
Dolayısıyla Türkiye burada güçlü olmak durumunda. Daha çok Türk dünyasına yönelik politikalar üretmek durumunda. Yani Ankara büyük devlet olmak istiyorsa nerede bir Türk yaşıyorsa, nerede bir mazlum feryad ediyorsa, aynı Gazze'deki mağduriyete nasıl sesimizi çıkarıyorsak, diğer ülkelerdeki soydaşlarımızın da dert ve taleplerini her bakımdan yakından ilgilenmek durumundayız.
“ÇİN BİZE MUHTAÇ: ÇİN’İN GÜVENLİĞİ UYGURLAR’DAN BAŞLAR”
Bir başka husus da Çin bize muhtaç, biz Çin'e muhtaç değiliz. Çin, İpekyolu hattını kendi çıkarları doğrultusunda en iyi şekilde işlemesini istiyor ise efendim Türkiye ile anlaşmak mecburiyeti var. Dolayısıyla Çin'in güvenliğini, Türkiye ile yakından ilgilendiğini rahatlıkla söyleyebilirim. En önemli hususta Çin'in güvenliği Uygurlardan başlar. O bölgede refah ve istikrarı temin etmezseniz, Uygurların en azından insanca yaşamalarını temin etmezseniz, o bölgede sorun devam ettiği sürece efendim, İpek Yolu'nun ticari hattın vs işlemesi mümkün değil.
Orada başlayacak siyasi hareketler, siyasi hareketler Kazakistan'daki milliyetçi gruplara, Kırgızistan'daki milliyetçi gruplara, Kazak milliyetçi grubuna, Kırgız milliyetçileri Özbek milliyetçilerine sıçrar. O zaman bunu önleyemez. Yani petrol hatları zarar görür, enerji hatları zarar görebilir. Yani enerji hatlarını, petrol hatlarını, demiryolu hatlarına yapılabilecek 15 günde bir sabotaj kaç milyon dolara mal olacaktır? Çin bunun olmasını istemiyorsa, Uygurların dini ve milli kimliğine saygı göstermek durumundadır.
Bunu Türkiye. Ulu orta söylemeyebilir ama görüşmelerde ‘Kardeşim gel bunları bu kardeşlerimize sen iyi bak. Dini ve milli kimliklerine bağlı yaşamalarına, insanca yaşamalarına uygun bir ortam sağla. Hep beraber el ele bölgede kaldıralım’ diyebilir. Demek zorunda. Ama bunu ne zaman diyecek? Bunu demesi için güçlü olması lazım.
“TÜRKİYE DAHA MİLLİ VE DİPLOMATİK BİR TAVIR ORTAYA KOYMALI”
Bizim için Doğu Türkistan son derece önemli. Türklerin ana toprağı olan bir yer. O kapıların açık olmasını sağlamamız lazım. Bir defa onlara göre sözde eğitim merkezleri adı verilen toplama kamplarının kapatılması, aydınların serbest bırakılması, öğretmenlerin, yazarların serbest bırakılması gerekir. Anne babalarından ayrı yaşayan parçalanmış ailelerin özellikle Türkiye'de 500-600 ailenin olduğunu biliyorum. Aileleriyle görüşemeyen Uygur aileler var. Parçalanmış ailelerin birleştirilmesi, onların karşılıklı gidip gelmelerinin sağlanması, geldiklerinde herhangi bir soruşturma, kovuşturma, tutuklama olmaksızın girişlerinin sağlanması ve bunun garantisinin verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Urumçi ile Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan arasındaki ticari ilişkiler var, sınır ticareti var. Aynı şekilde bu ilişkilerin Türkiye'ye de taşınması gerekir. Türkiye'deki işadamlarının bölgede yatırım yapması, ticaret yapması, turizm şirketlerinin bölgeye turistik geziler düzenlemesi son derece önemli. O kapı açık olmalı ki o kapıdan nefes alabilsin oradaki halkımız. Gelen gideni görsün, tanısın. Dünyayı tanıması için gelen geliş gidişler olmalı. Kapılar açık olmalı. Bu noktada Türkiye'nin daha milli, daha diplomatik bir tavır ortaya koyması gerektiğine inanıyorum.”
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

