Beden, insanın dünyayla iletişim kurduğu ilk mekan ise kıyafetler bu iletişimin sözcükleridir. Giyinmek sadece üstüne bir kumaş parçası örtmek değil, kimliğin, inancın, özgürlüğün ve toplumsal normların kesişimidir.
Giyim biçimleri, tarih boyunca toplumların değer sistemlerinin yanı sıra estetik anlayışlarını ve güç ilişkilerini yansıtmıştır. Neyi nasıl örtüp neyi açığa çıkardığımız sadece bireysel zevklerimizi değil, sosyal normların, ahlaki kabullerin, dini öğretilerin ve politik düzenlemelerin alanı olmuştur. Bu durum antik çağlardan günümüze değişmez bir kural olarak süregelmiştir.
Kimi zaman sınıf farklarını ortaya koyan, kimi zaman inanç sistemlerine aidiyeti belirten kimi zaman ise iktidara karşı sessiz bir direnişin simgesi olan giysi, kültürel hafızanın taşıyıcısıdır.
Sadece estetik kaygılar değil, toplumsal statüyle de ilgili bir durumdur bu. Örneğin antik dönemde soylular ketenden kıyafetler giyerken köleler, daha kaba kumaşlardan giysiler giyerdi. Köleler mücevher takamazdı. Roma’da ise mor rengi herkes giyemezdi, o sadece imparatorlara ve zafer kazanmış generallere layıktı!
Ortaçağ’da bu sefer soylular ipek ve kadife giymeye başlarken köylüler ise keten ya da sert yünden giysiler giyerdi. Keten sınıf düşmüştü! Kilise öğretilerinin devreye girdiği bu dönemde giyim bireysel bir tercih olmaktan çıktı, dini ve ahlaki bir boyut kazandı. Günahın cezp ediciliğine karşı kadın bedeninin örtülmesi önlemi alındı! Başörtüsü ve uzun giysiler, sadece dindarlığı değil aynı zamanda “makbul kadın" kimliğini sembolize etti.
Sanayi devrimiyle beraber bu biraz kırıldı. Tekstil ürünleri daha ucuz ve yaygın hale geldi. Ancak üst sınıf her zaman farklı ve kaliteli giyinmeye devam etti. Bugün ise bu durum giyim tarzıyla değil, marka, moda ve lüks tüketim araçlarıyla sağlanıyor!
Fransız devrimiyle beraber kıyafet politik bir söylem halini aldı. Aristokrasiyi temsil eden peruklar, korseler ve gösterişli elbiseler, devrimcilerin gözünde eski düzenin simgesiydi artık. Onların yerine gelen sade kıyafetler, eşitliğin ve halkçılığın bir yansımasıydı. Giyim bu noktada bir statü göstergesinden çıkıp ideolojik bir mesajın parçası oldu.
20.yüzyıla geldiğimizde ise kadın giyimine yönelik kodlar artık feminist hareketin gündemiydi. Mini etek artık yalnızca bir moda akımını değil, patriyarkal normlara karşı bir meydan okumaydı. Bu meydan okumayla beraber beden üzerindeki toplumsal denetim sorgulanırken kıyafet artık bireysel özgürlüğün sembolüydü!
Günümüzde giyim, tartışmalarının, inanç özgürlüğü müzakerelerinin ve kültürel çatışmaların tam merkezinde. Başörtüsü bir yandan bir kadın için inancın ifadesi bir yanda siyasi bir mesajın taşıyıcısı. Yani kıyafetler artık yalnızca örtünmenin ya da teşhirin değil; anlam üretmenin, kimlik sunmanın da birer yolu, bazen de sessiz bir direnişin!
Giyimin, Fransız devrimi sonrası edindiği ideolojik konumunda etkisiyle olacak ki bugün Türk medyasında bazı yayın organlarında sık sık “Çıplaklık özendiriliyor” tartışmaları yapılıyor. Pişirilip pişirilip önümüze konuluyor bu konu. Burada şu hususa dikkat çekmek gerekiyor:
Gerçeklik ve algı!
Bu iki kavram arasındaki uçurum felsefi anlamda insanoğlunu uzun uzun ve her daim düşündürmüştür. Platon’un mağara alegorisinde olduğu gibi, bazen insanlar gölgeleri gerçek sanır.
Gölgeler artık onların gerçekliğidir!
Türkiye’de bazı medya gruplarında da uzun süredir maalesef durum bu. Medya bugün algı boyutundaki gölgeleri büyütüyor, renklendiriyor ve topluma gerçek olarak sunuyor!
Bunu yaparken de uç örneklerle kendi algı boyutunu gerçeklik olarak sunmaya çalışıyor. Geçtiğimiz gün bir haber gördüm. Haberde diyor ki; “Çıplaklık özendiriliyor”, “Moda dünyası bizim ve çocuklarımız için kapalı kıyafet olanağı sunmuyor”, “Kapalı kıyafet bulamıyoruz”, “Amerika’da bile çıplaklık güzel karşılanmıyor. Uçağa bikiniyle binen bir kadın uçaktan indirilmeye çalışıldı”!
Ya ben bu insanlarla aynı ülkede yaşamıyorum ya da aynı gerçeklikte buluşamıyoruz!
Amerika’da bir kadının bikiniyle uçağa binmesi ve yaşanan olay üzerinden Türkiye’deki giyim tercihleri hakkında hüküm vermek, mağarada yansıyan gölgelerden bir başka yanılsamayı çoğaltmaktan başka bir şey değil!
Uç örnekler sıradanlaştırılıp gölgelerin içine hapsediliyor adeta!
Türkiye gibi kültürel çeşitliliğin yoğun olduğu bir toplumda, kapalı giyinmek isteyen kadınlar için sayısız seçenek varken, bu gerçeğin göz ardı edilmesi, hakikatle bağdaşmayan bir algının inşasına hizmet ediyor. Bu tür söylemler, aslında toplumu kutuplaştıran ve insanların dünyayı algılayış biçimini şekillendiren bir propaganda aracına dönüşüyor!
Medyanın görevi, gerçekliği olduğu gibi yansıtmaktır, duvarın ardındaki gerçekliği. Algılarla değil, hakikatle konuşmalıdır. Tek tip bir gerçeklik dayatmak yerine çoğulculuğun, çeşitliliğin ve özgürlüğün yanında durmalıdır.
Giyinmek, varlığımızı dünyaya nasıl sunduğumuzun bir yansımasıdır. Ve her yansımanın ardında bir özgürlük ve anlam arayışı vardır. Kimisinin anlam arayışını ön plana çıkarmak kimisininkini görmezden gelmek gerçekliği yok etmez ama bugün yansıttığınız gölgelerin içine yarın hapsolmanıza neden olur!

